9 Aralık 2007 Pazar

SU SAVAŞLARI VE TÜRKİYE(*)
Ali BULUNMAZ

Su kesintilerinin gündemde olduğu ülkemizde, bu yaşamsal unsurun kıtlığı önemli bir sorun niteliğine bürünmeye başladı. Türkiye ve dünya genelinde küresel ısınma, buna bağlı iklim değişiklikleri ve su yoksulluğu, varoluşsal bir kaygıyı da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla su zengini ve fakiri ülkeler arasındaki gerilimin, yakın gelecekte bir çatışmaya dönüşme olasılığı da artıyor.

BM verileri, temiz su kaynaklarının küresel ısınmaya bağlı yağış azlığı, buharlaşma, ölçüsüz-bilinçsiz tüketim ile kirlilik yüzünden azaldığını gösterir ve bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için, kişi başına tüketimin yıllık 8 bin ile 10 bin metreküp arasında olması gerekirken; 2025’te 2 milyar, 2050’de ise 7 milyar insanın susuzluk tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı tahmin ediliyor.

Yapılan araştırmalarda, gelecekte su ihtiyacı yüzünden gerilimin tırmanacağı bölgeler arasında İsrail, Ürdün ve Filistin (Ürdün Irmağı); Çin ve Hindistan (Bramaputra Nehri); Hindistan ve Bangladeş (Ganj Nehri); Amazon Nehri’nin geçtiği tüm ülkeler ile Etiyopya ve Mısır (Nil Nehri) gösteriliyor.

Ancak risk haritasında, su kıtlığının en çok hissedileceği yer Ortadoğu olarak gözüküyor. Hızlı nüfus artışı ve iklim değişikliklerinin bölgede, suya ihtiyacı sürekli arttırması; 2050’lerde önce kriz sonra da yeni çatışmaların çıkma olasılığını güçlendiriyor. Buna karşılık, İsrail’in Nil Nehri ile ilgili projelerini bilen Mısır, silahlı kuvvetlerinde bataklık savaşları konusunda asker eğiterek önlem alıyor ve böylece, Nil’in çıkış noktasında nehrin akışını engelleyecek bir durum oluşması halinde, savaşa giren ve üstünlük kuran ilk birlik olmayı hedefliyor. Yine BOP’un gizli gündemini oluşturan su sorunu ve yeni su havzalarına açılım doğrultusunda İsrail’in, şimdiki Irak topraklarına doğru yayılımı veya yeni işgallerle bölgedeki suyun kendine aktarılması için çabalama olasılığının da ileride gündeme gelmesi bekleniyor. Kısacası bugün Ortadoğu’da petrol adına gerçekleştirilen işgallerin rotasının, yakın gelecekte suya dönme olasılığı yükseliyor.

Kişi başına 1430 metreküp yıllık tüketimiyle su fakiri olan ve 2030’da 80 milyona ulaşması beklenen nüfusuyla tüketimin 1100 metreküpe gerileyeceği öngörülen Türkiye için durum nedir? Bilindiği gibi, hem AB hem de BM, Fırat ve Dicle’yi “uluslararası su” kabul etme eğilimindedir. Aynı zamanda Suriye, GAP nedeniyle “mağdur” gösterilerek, ileride yaşanabilecek gerilime kapı aralanmaktadır.

BM 2006 Su Raporu’nda, 2025’ten itibaren Türkiye’deki su sıkıntısının üst noktaya ulaşacağı ve 2040’larda ise elindeki su rezervleri nedeniyle, Türkiye’ye savaş açılacağı öngörülmektedir. Aynı dönemde, Suriye ve Irak’ta da büyük su kıtlığı yaşanacağı; Dicle ve Fırat’ın öneminin daha da artacağı ve Suriye’nin “uluslararası su” kapsamında değerlendirdiği bu iki kaynaktan ötürü Türkiye ile savaş ihtimalinin yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Yine Suriye’nin Asi Nehri ile ilgili olarak, kendi topraklarındaki sulanamaz nitelikteki bölgeleri, sulanan alan şeklinde gösterip, kullanımı yüksek rakamlara taşıyarak daha fazla hak talep etmesi, ileride yaşanabilecek sorunlardan biri olarak belirtilmektedir.

Ayrıca su dağıtımının özelleştirilmesi çalışmaları da, Türkiye adına büyük bir risk. Daha önce bölge ülkelerinin yönetimindeki yolsuzluklar ve yerli sermayenin düşük yatırımları nedeniyle, benzer bir özelleştirme Latin Amerika’da denenmişti. Bölgeye gelen şirketlerin, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlarla çalışan çokuluslu yapısı, kaynakları sömürmesi ve geçimini bu alandan sağlayan halkın yoksullaşması, direniş hareketlerini doğurmuş ve Bolivya’da Morales’i iktidara getiren sürecin ardından, özelleştirmeler de durdurulmuştu. Şimdi aynı özelleştirme harekâtı, Türkiye’de iktidar ve kimi yerel yönetimler eliyle başlatılmak isteniyor; bunun altyapısının ve anlaşmaların ana çerçevesinin de, Mart 2009’da İstanbul’da toplanacak 5. Dünya Su Forumu’nda oluşturulması hedefleniyor.

Sonuçta Türkiye, hem coğrafi konumu ve küresel ısınmanın etkileri nedeniyle hem de küresel-emperyalist sermaye aracılığıyla, olası su savaşlarının tam ortasında kalmaya; hatta tehdit edilmeye ve savaş açılmaya “uygun” bir durumdadır. Enerji savaşlarının yerini, gelecekte su savaşlarının alacağı düşünülürse Türkiye bundan en çok etkilenecek ülkelerin başında gelmektedir. Bu anlamda Türkiye’nin, gerek kaynakların akılcı kullanımı ile ilgili gerekse çatışma riskine dönük, bir öngörü ve kapsamlı politikasının olup olmadığı da tartışmalıdır…

(*) Cumhuriyet, 04.08.2007

Hiç yorum yok: