28 Ocak 2008 Pazartesi

RUSYA’NIN ENERJİ AÇILIMI II
Ali BULUNMAZ

Ekim 2007’de, Orta Asya petrol ve doğalgazının Avrupa’ya taşınmasında, Rusya’ya bağımlılığın kırılması adına Kuzey Akım projesi konusunda bir anlaşma imzalanmıştı.

Anlaşmanın tarafları olan Polonya, Litvanya, Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna, Odessa ve Gdansk arasındaki petrol hattı projesini hayata geçirmek için bir araya gelmişti. Hatta Litvanya Devlet Başkanı Valdan Adamkus, bu projeyi “bölge ülkelerini birleştiren tarihi bir olay” biçiminde nitelemişti.

Polonya Cumhurbaşkanı Leh Kaçinski “bu proje yalnızca ticari değil, aynı zamanda siyasi anlamda da büyük önem taşıyor, ekonomik anlaşma siyasette de yansımasını bulacaktır” demişti.

Polonya, Rusya’nın petrol ve doğalgazı siyasi bir silah olarak kullanmasından rahatsızlık duyduğu için, yeni ve alternatif boru hatları kurulması adına çalışma yürütenlerin başını çekiyor. Buna ek olarak Polonya, AB bünyesinde NATO benzeri bir enerji işbirliği örgütü kurulması fikrini de ortaya attı. Ancak AB, Rusya’nın tepkisini göz önüne aldığından bu teklifi baştan reddetti.

Rusya, Güney Akım ve Sırbistan
Aslında Rusya’nın tepkisinden öte, hayat vermek için anlaşmalar imzaladığı Güney Akım projesi, Kuzey Akım ve Nabucco projelerine önemli bir darbe indirecek nitelikte. Geçtiğimiz haftalarda (18 Ocak) Bulgaristan ile imzalanan anlaşmaya, Sırbistan’la yapılan Güney Akım’ın bir başka ayağı olan yeni bir anlaşma eklendi.

Güney Akım’ın bu yeni ayağı, Rusya ve Sırbistan’ın Avrupa doğalgaz pazarındaki ağırlığını daha da arttıracak. Bir kolu Bulgaristan’dan diğer kolu da Sırbistan’dan geçecek Güney Akım projesinin, Sırbistan kolu üzerinde büyük bir biriktirme merkezi de inşa edilecek. Bulgaristan’da olduğu gibi Gazprom, Sırbistan’ın Devlet Petrol şirketinin çoğunluk hissesini satın alacak.

Sırbistan’daki muhalif kesim, Rusya’ya bağımlılığı daha da kalıcı kılacağını iddia ettikleri anlaşmaya sıcak bakmıyor. Buna karşın Rusya, önce Bulgaristan ardından da Sırbistan ile izladığı Güney Akım projesine yönelik anlaşmalarla, Balkanlar’dan başlayarak, Avrupa doğalgaz ve petrol piyasasındaki ağırlığını iyiden iyiye arttırmayı hedefliyor. Aynı zamanda Balkanlar’daki siyasi gücünü, enerji anlaşmalarıyla pekiştiriyor.

21 Ocak 2008 Pazartesi

RUSYA’NIN ENERJİ AÇILIMI
ALİ BULUNMAZ

Bugün enerji (özellikle petrol ve doğalgaz) kaynaklarına sahip olmak ve bunları pazarlayacak anlaşmalara imza atmak, yalnızca ekonomik getirilerle açıklanamıyor. Enerji kaynak ve yollarında hâkimiyet kurmak, aynı zamanda siyasi güç elde etmek demek.

İşte bu anlamda, yükselişe geçen gücün adı Rusya. Putin, ülkesi adına son aylarda imzaladığı önemli anlaşmalarla, Rusya’nın ağırlıklı bir yere gelmesi ve önemini daha da arttırması yolunda bir hayli mesafe aldı.

Orta Asya ve Rusya
Bunların en dikkat çekenlerinden biri, Aralık ayında Türkmenistan ve Kazakistan’la imzalanan anlaşma.

Anlaşmaya göre, Hazar Denizi kıyısından 510 km’lik bir boru hattı ile Orta Asya doğalgazı taşınacak. Sözü geçen hat, Hazar Denizi’nin doğu kıyısında inşa edilecek ve Rusya ile Kazakistan sınırındaki boru hattına eklenecek.

2010 yılında tamamlanması öngörülen proje, Türkmenistan’dan taşınan ve yılda 50 milyar metreküpe ulaşan doğalgaz miktarını, 70 milyar metreküp seviyesine çıkaracak. Bununla birlikte Rusya, kendi denetimi dışında bölgeden doğalgaz aktarılmasına izin vermemiş olacak.

Güney Akım ve Nabucco’ya Darbe
Rusya Devlet Başkanı Putin, Bulgaristan’la ön protokolü geçtiğimiz aylarda imzalanan Güney Akım projesini resmileştirdi.

Bulgaristan’ın 18 Ocak’ta onayladığı proje, Rus doğalgazının Karadeniz altından Bulgaristan aracılığıyla Balkanlar’a, oradan da Avrupa’nın diğer bölgelerine aktarılmasını sağlayacak.

Bu, bir bakıma Orta Asya doğalgazını, Türkiye ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya gönderme projesi olan Nabucco’ya da önemli bir darbe vuracak. Çünkü Nabucco, doğalgazın Avrupa’ya taşınmasında Rusya’ya bağımlılığı kırma amacı güdüyor.

Rusya ile imzaladığı Güney Akım anlaşmasıyla Bulgaristan, kendi topraklarından geçecek boru hattının yüzde 50 hissesini Rus doğalgaz şirketi Gazprom’a devretti. Söz konusu hat Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan üzerinden geçerek Orta Avrupa’ya ulaşacak. Bununla taşınacak doğalgaz miktarı ise 30 milyar metreküpü bulacak.

Rusya, hem Hazar Denizi çevresi için Türkmenistan ve Kazakistan ile hem de Güney Akım adı altında Bulgaristan’la imzaladığı anlaşmalarla elini güçlendirdi.

Özellikle Bulgaristan’la imzalanan anlaşmanın ayrı bir önemi var: O da, Rusların Güney Akım projesiyle yeniden Balkanlar’a açılması ve Slavlara kol kanat germe arayışına, yeni bir halka eklemesi.

Böylece, imzalanan anlaşmaların ve enerji kaynakları ile bunun pazarlanışının, yalnızca ekonomik kazanç değil, siyasi nüfuz elde etme amacı da belirginleşmiş oluyor. Dolayısıyla Rusya, enerji politikası ve bu doğrultuda oluşturduğu taze ittifaklarla, siyasi gücünü ve etki alanını genişletmeyi sürdürüyor.

14 Ocak 2008 Pazartesi

BÜYÜK YALANLAR
ALİ BULUNMAZ

Barış, özgürlük ve demokrasi herkesin dilinde. Hatta kağıt üstünde son derece afili duran sözcükler olmalarına rağmen, uygulamaya gelindiğinde herkesin kendi “barış”ı, “özgürlüğü” ve “demokrasisi” var.

Hak, hukuk ve onurun ayaklar altına alındığı bir çağda yaşıyoruz. Bunun en önemli kanıtı, büyük / yaygın olmasa da, yerel; bir bakıma bölgesel hale getirilmiş savaş ve çatışmalar. En azından dünyaya öyle sunuluyor.

Ancak hiçbir şey göründüğü gibi değil. Örneğin Ortadoğu’yu ateşe atan İsrail-Filistin sorunu ve gerilimi, çözüm kabul etmiyor. Üstüne üstlük, Arap dünyasının birçok yerindeki çatışmalara kaynak oluşturuyor. 2003’ten bu yana devam eden Irak işgali, Ortadoğu’daki yangına benzin döküyor. Bununla da kalmayıp, yeni aktörlerle taze çatışmalara kapı aralıyor.

Çok uzun zamandır kendi geleceğini belirleme hakkı elinden alınmış halklardan kurulu, birey olmasına izin verilmeyen ve “yurttaşlık bilinci”, ülkelerin içindeki geçirimsiz bölmelerle (:aşiret, mezhep…) sınırlandırılmış Ortadoğu’da Bush başkan “barıştan “, “eşitlikten” ve “çözümden” söz ediyor.

Emekliye ayrılan ortağı Blair, Irak’ın petrollerini hortumlayan ve bölgenin “yeniden inşası” için “çalışan” JPMorgan’ın milyar dolarlık danışmanlığını, “hizmet aşkıyla” kabul ediyor.

Yeni sömürgeciliğin uygulayıcıları, ağızlarına doladıkları “özgürlük” ve “demokrasi”den tam da bunu anlıyor: Petro-dolarlarla iktidarını sağlam kılan, beri yandan efendilerine biat eden; sultan, emir, kral unvanlı para babalarına kol kanat germek. Eğer bunların içinden, ezkaza efendiye karşı çıkan olursa, onu tahtından indirip yerine daha “demokrat” ve “barışçılını” getirmek. Bu arada Ortadoğu denen, yerinin altı da üstü de zengin coğrafyayı, böl-yönet ve kullan-at siyasetiyle çekip çevirmek. BOP, GOP gibi adlar koyulan tasarılarla gözdağı verip, “ya bizimlesiniz ya da düşmanımızsınız” iletisini gerekli yerlere göndermek.

Sonra “terörle savaş” bahanesi ve bölgedeki müttefiklerin yardımıyla, insanlık dışı her türlü yöntemle, hukuk tanımazlığın sınırlarını zorlamak.

İşte bugünlerde Ortadoğu turuna çıkan, “İsrail-Filistin barışından”, “Irak işgalinin bölgeye umut verdiğinden” ve “özgürlük” ile “demokrasiden” bahseden Bush’un (ve aslında koltuğa kim oturursa otursun ABD’nin), adı geçen kavramlardan anladığı bu.

ABD barış isteğinde; özgürlük ve demokrasi söyleminde samimi mi? Eyalet eyalet gezip, seçim kampanyası için bağış toplayarak adeta ortaoyunu oynayan ABD’nin başkan adayları samimi mi?

İstedikleri, Pax Americana’dan başka bir şey olabilir mi?

Öyle uzun, renkli ve dolgun analizlere gerek yok. Oyun böyle oynanıyor Ortadoğu’da.

11 Ocak 2008 Cuma

KUZEY KUTBU’NDAKİ SOĞUK SAVAŞ
ALİ BULUNMAZ

Küresel ısınma deyince, akla gelen en çarpıcı fotoğraf hangisi? Buna verilecek ilk yanıt buzulların erimesi olmaktadır genelde. Buzullar denilince de, zihinlerde doğal olarak Kuzey Kutbu canlanıyor.

Uzmanlar Ekim 2007 itibariyle, bölgedeki buzulların 1.6 milyon metrekareye gerilediğini duyurdu. Sera gazı salınımının yol açtığı küresel ısınmayla birlikte, Kuzey Kutbu’nda 2040’a kadar buzul kalmayacağı tahmin ediliyor.

Geçtiğimiz yaz Kuzey Kutbu’nun bazı bölgelerinde 22 dereceyi bulan hava sıcaklığı, uzmanların öngörülerini doğruluyor. Küresel ısınmanın neden olduğu buzul erimesi, Kuzey Kutbu’nda bir başka konuyu daha gündeme getirdi. Eriyen buzullar, yeni deniz yolları ile petrol ve doğalgaz yataklarının gün ışığına çıkmasına yol açtı. Bu da, bölgenin enerji ve güvenlik açısından önemini pekiştirirken; Kuzey Kutbu’nda hak talebi için mücadele hız kazandı.

Petrol, Doğalgaz ve Soğuk Savaş
Rus araştırmacılar, Kuzey Kutbu’nda 10 milyar ton petrol ve doğalgaz rezervi bulunduğu görüşünde. ABD’li bilim insanları ise, dünyadaki toplam petrol ve doğalgaz rezervinin dörtte birinin bölgedeki buzullar altında yattığını belirtiyor.

Kuzey Kutbu ile ilgilenen ve bura dönük hak talebinde bulunan yalnızca Rusya ve ABD değil. Kanada, Danimarka (Grönland) ve Norveç ile Finlandiya ve İsveç de başlıca oyuncular arasında yer alıyor. Ancak etkin olanlar ABD, Rusya, Kanada, Danimarka ve Norveç.

Adı geçen ülkeler (ama özellikle Rusya ve ABD) kendi sınırlarının 200 deniz mili ötesiyle ilgileniyor. BM kurallarına göre bu ülkeler, 200 deniz mili içerisinde istediği araştırma faaliyetini yürütebilir ve aynı sınırlarda çıkardığı maden ile ilgili her türlü anlaşmaya imza atabilir.

Fakat 200 deniz milinin aşıldığı noktada hak iddia etmenin bazı koşulları var ve Rusya da tam burada devreye girerek, Kuzey Kutbu’nun kıta sahanlığına dâhil olduğunu ifade ediyor. Rusya’ya göre bölge, kendi topraklarının deniz altındaki uzantısı.

BM, kıta sahanlığını 200 deniz mili genişletmeye izin veren Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanarak, bunu imzalamış ülkelere toprak talepleriyle ilintili deliller sunmaları için 2009’a kadar süre tanıdı. Kuzey Kutbu üzerinde hak iddia eden ülkelerden Rusya, Norveç, Kanada ve Danimarka sözleşmeye imza attı. Ancak ABD bunu henüz imzalamış değil; ancak Bush, Kongre’den sözleşmenin onaylanması için acele etmesini istedi.

Bunun en önemli nedeni, Ağustos 2007’de Rusya’nın Kuzey Kutbu’nda okyanus tabanına 4 metre inip, buraya bayrak dikmesi. Ruslar böylelikle bölgenin deniz yatağından Sibirya’ya bağlı olduğunu kanıtlamayı düşünmüştü. Aynı zamanda Rus uzmanlar, ülkenin doğusundaki Kuzey Kutup bölgesindeki okyanus alanından, toprak talebini güçlendirecek deliller elde ettiklerini açıkladı. İşte ABD başkanı Bush da, bu nedenlerden dolayı Kongre’ye BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni onaylaması için baskı yapıyor.

Kuzey Kutbu ve Güvenlik
Kuzey Kutbu’na en geniş sınırı olan ülke Rusya. Onun ardından Kanada ve Danimarka geliyor. ABD ise, Rusya’nın bölgedeki hak iddiasını zayıflatabilmek için, Kanada ve Danimarka toprakları üstünde hak sahibi olması gerektiğini biliyor.

ABD’nin Kuzey Kutbu stratejisinde elini güçlendiren başlıca unsur, Kanada ve Danimarka’da askeri birlik ve üsler bulundurması.

ABD’nin çok önem verdiği Kuzey Amerika Birliği için Kanada kilit ülke. 2002’den bu yana ABD’ye, Kuzey Kutbu’nun Kanada sınırları içinde kalan kesiminde üs kurma hakkını veriyor. Kanada ayrıca Nisan 2006’da Kuzey Amerika Hava Kuvvetleri Anlaşması’na imza attı. Böylece ABD, Kanada kara sularında savaş gemisi bulundurma olanağı da kazandı.

Danimarka ise, Grönland bağlamında, bir başka müttefiki olarak Kuzey Kutbu stratejisinde ABD’ye destek veriyor. ABD’nin Grönland’da önemli bir hava üssü var. Diğer taraftan bu üs, küresel uydu denetleme ağının etkin merkezlerinden biri.

Dolayısıyla Kanada ve Danimarka toprakları, Kuzey Kutbu’nun bir Amerikan üssü olması ve silahlandırılması adına da büyük öneme sahip.

ABD sözü geçen ülkeler aracılığıyla, Kuzey Kutbu stratejisinde Rusya’ya üstünlük kurmaya çalışıyor. Bir başka deyişle, ABD ve müttefikleri ile Rusya arasında, Kuzey Kutbu’nda enerji (petrol ve doğalgaz) yanında güvenlik konularında, bir soğuk savaş hüküm sürüyor.

7 Ocak 2008 Pazartesi

KENYA, YENİ RUANDA OLMA YOLUNDA
ALİ BULUNMAZ

Beş yıldızlı otellerde veya varolan kıyımlara binlerce kilometre uzak, sessiz sakin mekanlarda, insan haklarıyla ilgili göstermelik toplantılar düzenleyenler, Kenya’da tartışmalı seçimlerin ardından baş gösteren vahşet karşısında, yine her şey rayından çıktıktan sonra sesini yükseltti.

Avrupa Parlamentosu (AP) uzmanlarının bildirdiğine göre, “artık yeme sırası bizde” biçiminde propaganda yapan Kenyalı siyasetçilerin katıldığı seçimler sonunda, çatışmalar tüm ülkeyi sardı. Seçime devlet başkanı olarak giren ve yarışı kazandığı açıklanan Mwai Kibaki’nin üyesi olduğu Kikuyu kabilesiyle, muhalefetteki Raila Odinga’nın mensup olduğu Luo kabilesi adeta savaşa tutuştu.

Zenginlik-yoksulluk uçurumunun tavan yaptığı, gelir dağılımında büyük adaletsizliğin bulunduğu ve temel sorunun yoksulluk olduğu Kenya’da iktidar demek para, iş olanağı ve mutlak güç demek aynı zamanda.

Hal böyle olup, buna bir de yıllarca sömürge yönetimi biçiminde kalmış, Soğuk Savaş boyunca kabileciliğin palazlandırılması ve yolsuzluklar ile demokrasi geleneğinin kök salmaması eklenince, Kenya ateşten bir çembere dönüştü. Bir diğer deyişle, emperyalist çıkar ilişkilerinin doğurduğu çarpık düzen, tüm Kenya’yı sarmış ve bu, çatışmalara evrilmiş durumda.

Odinga’nın kabilesi Luo'nun üyeleri, Kibaki’nin kabilesi Kikuyular’ı hedef alıyor, kiliseye sığınan yüzlerce insanı yakarak öldürüyor; palalar, sopa ve taşlarla “karşı” kabile üyelerini katlediyor. Bunlar da doğal olarak, 1994-1995 yıllarında Ruanda’daki etnik kıyımları gündeme getiriyor.

Ruanda: “Önemsiz insanlar”
1994’te BM, Ruanda’da kabileler arasındaki çatışmaları önlemek için bir barış tasarısı hazırlamıştı. Buna göre, ülkede seçimlerin yapılabilmesi için gerekli koşullar oluşturulacak ve BM Barış Gücü, bu süre içinde Ruanda’da kalacaktı.

Ancak Nisan 1994’te, Tanzanya’daki barış zirvesinden dönen ülkenin iki büyük kabile lideri ile Burundi devlet başkanı, BM’nin “güvenli bölge” ilan ettiği bir noktadan ateşlenen bir roketle, içinde bulundukları uçağın düşürülmesi sonucu hayatını kaybetti.

Bu tarihten sonra, Ruanda’da kabileler arası (Hutu ve Tutsiler) iç savaş başladı ve ülkedeki Barış Gücü askerlerinin sayısı da azaltıldı. 1 milyona yakın Ruandalı’nın öldüğü savaştan yıllar sonra, dönemin Barış Gücü komutanı Romeo Dallaire, “Ruanda’daki insanların hiçbir önemi yoktu” şeklinde bir açıklama yaptı.

Kenya, Ruanda ve diğerleri…
İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen bu dönemin bir benzeri, Kenya da yaşanabilir mi?

Batı’nın önemli bir müttefiki olan, “terörle savaş” bağlamında ABD için ayrı bir ağırlık kazanan ve ülkedeki diktatörlük yönetimine her türlü destek sağlanan Kenya, şimdi geleceğini arıyor.

Nüfusunun büyük çoğunluğu günde 2 doların altında bir ücretle geçinen, işsizliğin sürekli arttığı Kenya, yeni bir Ruanda olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunu acı şekilde doğrulayan ise, ülkede hızlanan kabileler arası çatışmalar.

Afrika’yı yıllar boyu arka bahçe olarak gören Avrupalı ve ABD’li uzman ve insan hakları savunucuları da, kıyımdan binlerce kilometre ırakta endişelenmeyi sürdürüyor.
Bu arada, Kenya’da her geçen dakika ölü sayısı artıyor.

Neredeyse hiç kendi haline bırakılmamış kara kıtanın halkları, sürekli olarak yoksulluk ve kirli çıkar ilişkilerinin yarattığı şiddet sarmalının içine hapsedilmiş, her daim sömürge olarak görülmüş. İşte bu yüzden, isimleri farklı da olsa, Afrika’daki her ülkenin, bu tip bir olayı yaşama tehlikesi hep var.

Buna yazgı demek mümkün mü?