15 Ekim 2007 Pazartesi

AB, ABD OLUR MU?
ALİ BULUNMAZ

1 Eylül’de Rusya Federasyonu Dış İlişkiler Başdanışmanı Alexandre Dugin’in Cumhuriyet’te yer alan belirlemeleri, yakın zamanda Sarkozy ve Merkel’in, İran ile ilgili sözlerinin altında yatan anlamı açığa vuruyordu.

Söyleşide Dugin, “AB’nin Amerikan yanlısı bir çehreye büründüğünü” vurgulayıp, ekliyordu: “(…) Artık Avrupa’ya, tamamen Amerikan yanlısı Atlantikçi çizgi egemen oldu. Shröder ve Chirac, Avrupa birleşmesini savunuyordu. Merkel ve Sarkozy’nin çizgisi bunun tam tersi.”

Kuruluşundaki temel amaçların barış ve dayanışma olduğu göz önüne alınırsa, bugün AB’nin iki devi Almanya ve Fransa’nın liderleri Merkel ve Sarkozy, AB’yi hem küresel sermayenin bir parçasına dönüştürme yolunda emin adımlarla ilerliyor hem de ABD’nin hizmetinde ve onun kayıtsız müttefiki yapma çabalarını sürdürüyor. Bir başka deyişle Almanya ve Fransa, Truva atı rolü üstlenerek, AB’nin ABD gibi düşünmesi ve eylemesinin “kazancına” atıf yapıyor.

Dünya, İran’a yönelik bir saldırı için zihinsel olarak hazırlanır ve şekillendirilirken, Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Dugin’in belirlemelerini doğrulayan çıkışlarda bulundu.

Almanya, İran’ın en önemli ticaret ortaklarının başında geliyor. Bunun yanında Almanya’nın İran’la ilişkilerinin temel noktalarını, İran’ın nükleer programının sivil hale getirilmesine dönük çalışmalar, insan hakları ihlallerinin giderilmesi ve İsrail’e yönelik saldırgan politikanın sonlandırılması ile ekonomi oluşturuyor. Üçüncü nokta için bir ayraç açmak gerekiyor, zira Almanya İran’la kimyasal sanayi ve makine mühendisliği alanlarında sıkı ilişkiler kurmuş durumda. 2006’da Almanya İran’a, 4 milyar euro tutarında ihracat yaptı.

Ancak tüm bu ilişkilere ve ortaklıklara rağmen, Deutsche Bank ve Commerzbank “kar düşüklüğünü” gerekçe göstererek İran’daki faaliyetlerini durdurma kararı aldı. Fakat asıl nedenin, ABD’nin bu yöndeki baskısı olduğu biliniyor. Nerdeyse aynı zamanda Merkel’in, “İran’ın uzlaşmaz tutumunu sürdürmesi halinde daha katı ekonomik yaptırımları destekleyeceklerini” söylemesi, ABD’nin İran’ı çevreleme siyasetine yandaşlığın önemli bir göstergesi.

Fransa ise, Sarkozy’nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle bilindik Ortadoğu politikalarından yeni açılımlara doğru yol almaya başladı. De Gaulle döneminden beri Arap milliyetçiliklerini destekleyen Fransa, Sarkozy ve onun görevlendirdiği Kouchner eliyle, Irak’ın iç işlerine müdahale etmeye başalmış; ABD ve İsrail’e yakın durma eğilimine girmiştir. Fransa Savunma Bakanı Morin “İran’ın nükleer programı Körfez bölgesi için büyük tehdittir” diyerek, ABD çizgisine yakınlığı resmiyete dökmüştür.

2003’te ABD Irak’a girme planlarını açığa vurduğunda AB içinde Almanya ile birlikte Fransa buna şiddetle karşı çıkmıştı. Chirac’ın Bush’a direnişi ve Fransa’nın tarafsız kalma politikası, Sarkozy ile değişikliğe uğradı. Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner’in Irak’ı ziyareti, 2007’den itibaren Fransa’nın ABD yanlısı siyasetinin de ilk işareti oldu.

Bunun yanında neredeyse Bush ile aynı kelimeleri kullanan Sarkozy, “uluslararası topluluk Tahran’a karşı sertleşmeli” biçiminde bir açıklama yaptı. Aynı zamanda “BM İran’a karşı daha ağır yaptırımlar için harekete geçmeli; İran’ı ikna edebiliriz fakat bunu başaramazsak, daha sert yaptırımlar gündeme gelmeli” şeklindeki tavrıyla, Fransa’nın İran konusunda izleyeceği siyasetin ip uçlarını verdi.

Irak’ın işgaline karşı çıkan Chirac dönemi Fransası ile Sarkozy Fransası arasındaki farkı belirlemesi açısından turnusol kâğıdı görevi gören İran açılımları; Almanya Başbakanının bunları destekleyen yaklaşımı ve Bush ile kurduğu sıcak ilişkiler, Dugin’in AB, daha doğrusu Fransa-Almanya saptamalarına bire bir uyuyor.

AB’nin iki lokomotifi Almanya ve Fransa, ABD’nin dünyayı birbirine kırdıran sakat politikaları ve edimlerine arka çıkma eğiliminde. Bunun sonuçlarının ise, şimdiden hesaplanabilmesi pek mümkün değil.

Hiç yorum yok: